28 Haziran 2012 Perşembe

Görümcemin seksi fotoğrafları için tıklayınız


Eltiler anlaşamaz. Hem neden anlaşsınlar ki, bence eltiler ve gelin-görümceler anlaşsaydı dünya çok sıkıcı bir yer olurdu. Anneler kendi aralarında kavga eder, sonra da çocuklarını ''Git bakalım yengenlere benim hakkımda ne konuşuyor, hepsini tek tek dinle" diye tembihleyerek doğruu yengelerin evine gönderirler. Böylece daha küçük bir çocukken 'dedikodu' nifağının tohumları anne tarafından çocuklarının içine bir güzel yerleştirilir. Çocuklar dedikoduları anlatınca da kıyamet kopar. Kavgaları da bir tuhaf olur bunların zaten. Kimse kimseyi dinlemez, herkes söylemek istediğini söyler sadece. Sorunu çözme derdinde değillerdir. Kendileri söyler, kendileri işitir. İlginçtir, her iki taraf da enerji boşalmasının verdiği rahatlıkla kendilerini tartışmanın galibi sayarak bir-iki hafta galibiyet sevinci yaşar. 'Nasıl verdim ama ağzının payını?'



-Bana baksana sen, koca kadınsın, utanmıyor musun benim arkamdan konuşmaya?
-Ne konuşcam be senin arkandan? Yüzüne de söylerim, cimri şey.
-Yüreğin varsa çıksana karşıma (Kemal Kılıçdaroğlu 'mode on' görümce)
-Aa deli karıya bak. Karşındayım zaten.
-Ha işte anca arkamdan konuşursun böyle
-Çıldırdın galiba, ayol burnunun dibindeyim, o taş gibi koltukların diyorum, cimriliğinden nasıl bir koltuk takımı aldıysan, naylon sandalye konforu yok diyorum, sayende oturarak can veren ilk insan olacağız diyorum, sayende 'popo ölümü' müz gerçekleşti diyorum.
-Söyleyemiyorsun işte, yüzüme karşı söylesen neler olurdu görürdün.
-Ayol onu bunu bırak senin bu kadar zayıflamanın sebebinin Orjinal Afrikan Mango Zayıflama Hapıyla olduğunu bilmiyor muyuz sanıyorsun?
-Lütfen bundan sonra ne derdin varsa gel yüzüme konuş.

Sonra başlar tantana.



-Kızııııııııııım, gel bakayım yanıma (kolundan koparırcasına tutarak) sana yengenlere gitmeyeceksin demedim mi ben? Sana kaç kere yukarıya çıkılmayacak demedim mi?
+ Ya anne ya, oyun oynuyorduk kuzenlerimle.
-Çabuk yürü. Ben oynarım sizinle. Bir daha o eve adım atılmayacak, o kadar!
Bir gün yengelere görümceler misafirliğe gider. Elbette davete çağrılmayan kadının aklında bir plan vardır. Paşa paşa düşer el kadar çocuğun eline 'Haydi git kızım, git yengenlere de benim hakkımda bir şey konuşuyorlar mı kızım? Bak hepsi toplandılar, kesin benim dedikodumu yapıyorlardır, hadi kızım, dikkatlice dinle emi?"



 
Gönderildik yahu. Zorunan dedikoducu bir toplum yarattılar. Gitmesek zopaynan dövüyorlardı, acımıyorlardı. Sonra da ağlıyorlar vay efendim biz nasıl böyle bir toplum haline geldik diye.
"Görümcemin seksi fotoğrafları için tıklayınız. Eltimin seksi fotoğrafları için tıklayınız"
Ellerinden gelseydi bu kadarını yapmazlar mıydı sanıyorsunuz?
Gazetelerin magazin servislerinde çalışacak eleman alımı sınavlarında '1-10 arasındaki soruları eğer bir görümceyseniz cevaplayın, görümce değilseniz zaten sizi işi almayacağız' diye diye özel bir bölüm olduğu şehir efsanesi değildir, yüzde yüz gerçek ve doğrudur.

Bu arada yazıda 'Orjinal Afrikan Mango Zayıflama Hapı' geçiyor diye benim bu reklamdan para aldığımı düşünmenizi asla istemem.


Çiğdem Karakuş

Orjinal Mango Zayıflama Hapı Türkiye Satış Sorumlusu.

27 Haziran 2012 Çarşamba

Haziran'da ölmek zor

saat olmuş 20:27, aylardan Haziran. Batmakta olan güneş salonun içine doluyor ve daha önce rastlamadığım bir 'instagram' şablonu oluşturuyor. salonun içindeki bu çiy sarılık gözlerimi yoruyor. bundan bir yıl önce taşındığımız evimize doğduğumuzdan beri komşu olan yirmi ve yirmi üç yaşlarında iki gencin ölüm haberini alalı üç gün olmuş. mustafa, daha kazanın yaşandığı yerde hayatını kaybetmiş. kardeşimin sıra arkadaşı, hani kapıyı 'çiğdem abla, barış evde mi?' diye defalarca çalmış gözlüklü çocuk. annesi, kardeşi ve kuzeni yoğun bakımdan çıkmayalı yetmiş iki saat. istanbul'dan döneli iki gün. nöbetten çıkalı on iki saat olmuş. haberleri açıyorum, dağlardan yine genç ölüm haberleri var. bir şehit ailesi oğlunun cesedine bayrak sarılmasını ve askeri tören yapılmasını istememiş. otuz yıldır kimsenin kazanamadığı bir savaşın şehidini değil de, zorla bu savaşa müdahil edilmiş, belki de hiç savaşmak istememiş, sadece oğlunu gömmek istemiş herhalde. oğlunu son yolculuğuna uğurlarken, o askeri üniformalıları da oğlunun etrafında görmek istememiş. arkadaşım, şu an memleketin doğusundaki bir hastanede, çatışmada yaralı ele geçirilmiş, ellerindeki kelepçelerle birlikte yoğun bakım makinalarına bağlanmış bir başka gencin başında bekliyor. polis ve jandarmanın oluşturduğu kalabalık hemen kapının dışında. doktorlar, gencin beyin ölümünün gerçekleştiğini söylüyorlar. ancak polis buna rağmen ellerindeki ve ayaklarındaki zincirleri sökmüyor. tıbben gerçekleşmiş bir beyin ölümü bile, onları kurallarından geri döndüremiyor.

telefonu, belki okurum diye gözümün önüne koyduğum ve hiç dokunmadığım kitabın yanına koyuyorum. her an, memleketin iki yoğun bakımdan birinden yeni bir ölüm haberi gelebilir.

günbatımı, binlerce amatör fotoğrafçı terörüne maruz kalmış açısıyla, ancak hala bozulmamış o nadir güzelliğiyle kendini bir kez daha izletiyor. şehirde hiç kimsenin bu günbatımına uzun uzun bakmadığından eminim. sahildeki sevgililer bir nesneye üç-beş saniyeden fazla odaklanamayacak kadar coşkulular. bu akşam bütün kadınlar, perdelerini kapatırken bir anlığına denk gelmiş olsalar bile, bu gün batımını izleyemeyecek kadar meşguller.

bu akşamüstü, bu haddinden fazla mutlu genç ve emekli çiftin ikamet ettiği küçük sahil kasabasında, güneşin batımına tanık olmuş tek kişi olmak canımı sıkıyor.

Gözlerim, sesini sonuna kadar kıstığım televizyondaki haber bülteni görüntülerinde. Sesini sonuna kadar kıstığım telefon hala kitabın yanında.  Ya duymazlıktan geleceğim, ya da sadece işime gelen kısımlarını göreceğim. aşkın, özgürlüğün, ölümle kutsandığı bu ülkede, gençler ölmek için sıraya girmişken, haber bülteninde konuşan siyasetçi aşk ve özgürlükten bahsetmiyor bile. Duyuyorum.