27 Haziran 2012 Çarşamba

Haziran'da ölmek zor

saat olmuş 20:27, aylardan Haziran. Batmakta olan güneş salonun içine doluyor ve daha önce rastlamadığım bir 'instagram' şablonu oluşturuyor. salonun içindeki bu çiy sarılık gözlerimi yoruyor. bundan bir yıl önce taşındığımız evimize doğduğumuzdan beri komşu olan yirmi ve yirmi üç yaşlarında iki gencin ölüm haberini alalı üç gün olmuş. mustafa, daha kazanın yaşandığı yerde hayatını kaybetmiş. kardeşimin sıra arkadaşı, hani kapıyı 'çiğdem abla, barış evde mi?' diye defalarca çalmış gözlüklü çocuk. annesi, kardeşi ve kuzeni yoğun bakımdan çıkmayalı yetmiş iki saat. istanbul'dan döneli iki gün. nöbetten çıkalı on iki saat olmuş. haberleri açıyorum, dağlardan yine genç ölüm haberleri var. bir şehit ailesi oğlunun cesedine bayrak sarılmasını ve askeri tören yapılmasını istememiş. otuz yıldır kimsenin kazanamadığı bir savaşın şehidini değil de, zorla bu savaşa müdahil edilmiş, belki de hiç savaşmak istememiş, sadece oğlunu gömmek istemiş herhalde. oğlunu son yolculuğuna uğurlarken, o askeri üniformalıları da oğlunun etrafında görmek istememiş. arkadaşım, şu an memleketin doğusundaki bir hastanede, çatışmada yaralı ele geçirilmiş, ellerindeki kelepçelerle birlikte yoğun bakım makinalarına bağlanmış bir başka gencin başında bekliyor. polis ve jandarmanın oluşturduğu kalabalık hemen kapının dışında. doktorlar, gencin beyin ölümünün gerçekleştiğini söylüyorlar. ancak polis buna rağmen ellerindeki ve ayaklarındaki zincirleri sökmüyor. tıbben gerçekleşmiş bir beyin ölümü bile, onları kurallarından geri döndüremiyor.

telefonu, belki okurum diye gözümün önüne koyduğum ve hiç dokunmadığım kitabın yanına koyuyorum. her an, memleketin iki yoğun bakımdan birinden yeni bir ölüm haberi gelebilir.

günbatımı, binlerce amatör fotoğrafçı terörüne maruz kalmış açısıyla, ancak hala bozulmamış o nadir güzelliğiyle kendini bir kez daha izletiyor. şehirde hiç kimsenin bu günbatımına uzun uzun bakmadığından eminim. sahildeki sevgililer bir nesneye üç-beş saniyeden fazla odaklanamayacak kadar coşkulular. bu akşam bütün kadınlar, perdelerini kapatırken bir anlığına denk gelmiş olsalar bile, bu gün batımını izleyemeyecek kadar meşguller.

bu akşamüstü, bu haddinden fazla mutlu genç ve emekli çiftin ikamet ettiği küçük sahil kasabasında, güneşin batımına tanık olmuş tek kişi olmak canımı sıkıyor.

Gözlerim, sesini sonuna kadar kıstığım televizyondaki haber bülteni görüntülerinde. Sesini sonuna kadar kıstığım telefon hala kitabın yanında.  Ya duymazlıktan geleceğim, ya da sadece işime gelen kısımlarını göreceğim. aşkın, özgürlüğün, ölümle kutsandığı bu ülkede, gençler ölmek için sıraya girmişken, haber bülteninde konuşan siyasetçi aşk ve özgürlükten bahsetmiyor bile. Duyuyorum.

3 yorum: