5 Ekim 2012 Cuma

Dedem Hoşçakal

İlkokuldayken bir arkadaşımın annesi ölmüştü. Hayal edememiştim o duyguyu, yakaladığım her fırsatta arkadaşımın yüzüne bakardım. Annenin ölmesini birak, bir gece evde olmadıgını bile hatırlamıyorum. Bazen gülerken görurdum onu. Cocuk aklı iste "Suna bak, annesi ölmüş, gülüyor" derdim. Çocuklukta ölüm kavramını idrak edemediğimizbir zaman dilimi varmış. İnsanın sonsuzluk kavramına en yakın oldugu zaman, ki bence bu en özel zaman. Henüz ölümle tanisilmamis o donemde yapılanlar, üretilen incelenirse ne guzel olur aslında. İnsan sonsuz bir boşlukta hissedince, endişesiz neler neler yapar, neler neler üretir?



 
Benim dedemin hic oyle özel bir donemi olmamış, 5-6 yaslarında bir gece cok korumaci, cok sosyal ve cok demokrat bir hukuk devletin kahraman askerleri, dedemin ve onun yaslarında birçok arkadasinın annesini, babasini, kardeslerini diğer anne, baba, kardeşlere birlikte katletmiş. 5-6 yaslarında bir cocuk henüz ölüm kavramını idrak edememişken, bir anda kendini sokakta bulmuş. Anne babasının, kardeşlerinin bir mezarları, mezar taşları bile olmadığından, sanırım uzun bir süre daha idrak edememiştir ölümü. Sadece derin, kocaman, karanlık bir yetimlik, kimsesizlik, yoksulluk kavramının içinde yüzüp durmuş. Ona yadigar bir şey kalmış bu günlerden.  Hayatı boyunca yakınındaki insanların ölümlerine şahit olmaktan ölesiye korkmuş. Nasıl büyüdüğünü çok fazla anlatmadı, yahut zazaca konuştuğu için ben anlayamamışım. Sonrasında bir şekilde evlenmiş, cocukları olmuş. Bütün bu başına gelenlerin sonucu olarak hayatta olunabilecek en şefkatli baba, koca, dede olmuş. Burası bana muhteşem geliyor işte. Kendisine rol-model olmayan bir baba figürü yokken bir insan nasıl mükemmel bir baba olabilir? Bunu nasıl başarır inanın tahayyül edemiyorum. Acaba o kadar şefkatli olabilmeyi nasil başarıyordu? Kendi babasının onu sevmesini hayal ettigi gibi mı kendi cocuklarına davranırdi? Torunlarını ağlarken gördüğünde önce "Annen baban evde yok mu?" diye sorardi. Ona göre bir cocuğun ağlamasının birincil nedeni anne babasının evde olmamasiydi.



 
Tarih lanet olsun ki tekerrurden ibaret olmuş onun için. Acilar en derinimize isliyor, en sevdiklerimizle ilgileniyor hep. Hepimiz maalesef amcamın gitmesiyle ölümle tanıştık. Hatırlıyorum, sesli olarak bunu kendime sormuştum, "Dedem acaba kac gun dayanacak evladının yokluğuna, kırkını çıkarabilecek mi? Aslan gibi, en babacan, en şefkatli, en iyi yürekli amcası bizi aniden terkediyor. Hepimiz şoktayiz. Kimse kimsenin uzun bir süre gözlerinin icine bakamıyor. Bir mezar tasının önüne gidiyorsun ve o dag gibi adamın adi yazıyor orada. Gerçekten ölüm bazılarına hiç yakışmıyor. Amcam dağ gibi adamdı. Bir kahraman gibiydi. Bulur buluşturur, herkesin yardımına koşardı. Onun adının o mezar taşında yazdığına hala inanamıyorum. Başka bir yerlere gitti diyorum, onun bildiği vardı mutlaka. Büyük adamlar demek erken giderler. İnsanın acısı büyük olunca inanmak için klişelere sığınıyor işte. İnsan bazen anları hafızasında tutar. Amcamı mezara koyduklarında dedemin onu son defa öpmesini hiç unutamam. Unutmayayım da zaten. Evren varolduğundan beri belki yaşanılabilecek en acı sahne. Yüreğimi ezip, birinin elleriyle sıktığını hissettim. Somut bir acı duyarım hala o sahne aklıma geldikçe. Dedemi diğer mezarlık ziyaretlerinde mezara bakarken hiç görmedik biz. Bakmazdı. Hep suçlu gibi yüzünü eğer, kafasını o mezar tasına çevirip bakmaya cesaret edemezdi. Ayıp, günah zannediyordu yasamayı belki, kendi babasına bir kez daha hayran oldu belki, o, kendisi gibi cocuklarının ölümüne şahit olmamıştı. 
 



 
Dedem öyle  guzel gulerdi, oyle guzel aglardi, oyle guzel çay demlerdi, oyle istahli zeytin yerdi ki, öyle içten 'eşşeoğlu eşşek' derdi ki, hepsi yüzde yüz gerçekti, kör kütük gercekti. 



 
 Her akşam yatmadan önce dedem hepimizin ayakkabılarını
kontrol ederdi. "Dedee, bak ben yeni ayakkabi aldım, bu akşam eskileri görmezsen sasirma haa, evdeyim ben" derken "Essoooggluuu esssek" der, kırk kiloluk bedeniyle inatla kovalardi. 



 
O bir acıyı ömrüne yaymis, yetmemiş, daha büyüğünü tatmış, ama öleceğini anlayan bir hasta çaresizliğinde göçmedi bu dunyadan. Hayran oldugum bir itikadı vardı. Benden ya da hiçbir cocuğundan, torunundan bir bardak su istememiş bir adam, son günlerinde "Cigdem, çilek çıkmış mıdır acaba" diye büyük bir merakla sormuştu. İnsan sevinir, dedemin keyfi yerinde, iyileşiyor diye. Ama ağlamaya başlamıştım. Dedemin son günleri olduğunu anlamıştım. 
O çekingenliği, o ezilmisliği, o naifliği, 7 yasindaki cocuklara bile ayağa kalkıp yer vermesine içimden hep kizardim. O bir dervisti, pirdi ama farkında degildi. 

Dedecigim, sen hayatta olmak istediğim bicimsin. Senin oralarda huzurlu olduğunu, ailene, oğluna kavuşmuş oldugun sanrisi bile guzel. Sen 83 yaşında küçük bir yetim çocuktun. Umarım o yetimliğini unutturmuştur ölüm sana. En çok bunu görmeyi isterdim. Bir kerecik de kendi çıkarın için hareket ettiğini görseydim, birinin kalbini kırdığını görseydim, içim ezilmezdi bu kadar.

"Ez gadayi tu bije" denmesin istiyorum senden sonra bana.  Seni cok ozluyorum Dedecigim.