1 Temmuz 2012 Pazar

Hep sonradan..

Ahmet Kaya'nın şarkısı, 'Hep Sonradan' daha önce yüzlerce defa değdi kulağıma. Şimdi anlıyorum, sıyırıp geçmiş. O zamanlar vücut sıcak, vurulduğumu anlayamamışım. Ya bir öğrenci evinde 'efkar' ın ne demek olduğu hakkında en ufak bir fikrim olmadan demleniyormuşum, ya da odanın içine sadece Ahmet Kaya'nın o tok ve buğulu sesi dolsun diye, ara ara nakarata mırıldanarak harcamışım güzelim şarkıyı.
Merak ediyorum; o zamanlar adam: 'Ne sen Leyla'sın ne de ben Mecnun' dediğinde ne düşündürüyormuş bu şarkı bana. 'Ne sen yorgun ne de ben yorgun, kederli bir akşam içmişiz, sarhoşuz hepsi bu' dediğinde de mi uyanmamışım ben?
Benim iki kuruşluk aklımla, yirmili yaşlarımın sonunda vardığım hayat felsefesini adam on yıl önce kulağıma fısıldıyormuş. Madem biz bizeyiz, bunu söylemekte bir beis görmüyorum; hayat, oralarda pek de güzel değilmiş, aslında yaşandıkça güzelleşiyormuş meret, ekranları başında orta yaş grubunun bloglarını okuyan siz değerli 17-24 yaş grubu genç arkadaşlarım. Hayır efendim, elbette sizin yaşadığınız da güzeldir, ama şu anda hissediyor sandığınız şey, aslında gerçekten yüreğinizden gelen sinyaller değil. Onların giydirilmiş hali. O dönemde ağzınız epey iyi laf yaptığı için hissettiklerinizi kelimelerle süslemeyi pek çok seviyorsunuz. Elbette çok derin duygular yaşıyor da olabilirsiniz, ama unutmayın, yüreğiniz overdose capacity ile çalışıyor, on kaplan gücündesiniz, şimdi sakin olun ve dilinizdeki aşk sözlerini yavaşça alıp da açık bıraktığınız Cemal Süreya kitabının içine bırakın. O yaşlarda yaşanan her şey zaten arabesk. Daha önce kitaplardan okuduğun, romantik-komedi filmlerden izlediğin aşkları sana yaşatacak adamı karşında görüyorsun, tahmin ederim, hiç kolay bir şey değil bu. Ben de ilk sevgilimle ikinci haftamızda ayrı eve çıkacağımızı, üçüncü ayda annemlerle tanıştıracağımı, sene-i devriyemizde de sade bir kır düğünüyle evlenip sonsuza dek mutlu yaşayacağımı sanıyordum. O enerjiyle zaten bunu sanmak zorundaydık, kimsecikleri ayıplamıyorum, az buçuk hormonların davranışlar üzerine etkilerinden haberdarım ve ergenlik dönemimi üstün bir başarıyla tamamladım.
Bu şarkının utanması çekinmesi yok, aniden küt diye geçiriyor sana. Siz el-ele diz-dize oturur pozizyonda 'aşk sarhoşuyuz, bizi ilahi bir güç biraraya getirdi diye birbirinize tanışmanızdaki muhteşem tesadüfleri ballandıra ballandıra anlatırken; arka fonda bu şarkı; ancak çok sonra duyunca anımsayacağınız sözler fısıldıyor.
'Ne sen leyla'sın ne de be...'
-Aşkııım, sahiden de Leyla olduk biz di mi?
Farkındayım, sözlerinde 'Leyla ile Mecnun'u duydunuz ya, hemen gevşediniz (şu anda kan tahlili yapılsa östrojen ve testesteron hormonlarınız normal sayılan üst sınırın yirmi sekiz katı çıkacaktır) Yüzünüze yayılan gülümseme artık geçmiyor, kemikleşti. 'Aşkım, Leyla da Mecnun'u benim seni sevdiğim kadar seviyor mudur' diye mıç mıç laçkalaştınız. Zaten bundan sonra toparlayamam ben sizi. Gidin sevişin canım.
Sözlerin devamını dinleseydiniz kazın ayağının hiç de öyle olmadığını görecektiniz (kazın ayağı normalde nasıl oluyor ki?) 'Ne sen leyla'sın ne de ben mecnun, ne sen yorgun ne de ben yorgun, kederli bir akşam içmişiz, sarhoşuz hepsi bu' 'Biraz alkol alınca hissettiğin şeyler çarpı iki olduğu için, insanoğlu her şeyin en iyisine kendine layık gören bir mahlukat olduğu için bu hallerdeyiz canım. Aslında ikimiz de bal gibi biliyoruz ki birbirimizi bu kadar sevmiyoruz' demiş adam. Fazla gerçekçi. Sahalarda görmek istemediğimiz türden gerçekçilik bu. Birbirimizi kandırmayalım işte.
Bizim bu yaşlarda böyle hissetmemiz için almamız gereken alkol miktarı, sizin damarlarınızdaki asil kanda mevcut olduğundan, öyle şirin, öyle rahatsınız. Şimdi anlıyorum da, ömrümüzün rahat bi' beş yılını bedavadan, resmen kafamız güzel geçirmişiz.
Yine de şunları sonradan fark etmek koyuyor: aslında sevgilinizin gözleri o kadar derin bakmıyordu, dereye bırakılmış bir beşiğin içindeki kendi kendine büyümüş bir masal kahramanı değil ve kesinlikle bir Alex değil. "Ama, üşüdüğümde ceketini veriyor bana?" " Tamamen refleks (ıspatlayabilirim). "Konuşmadığınız tek gün bile yok" "(insanlar konuşa konuşa)" "çok keyifli mesajlaşıyoruz" "(operatör paketlerinin dibi görünmüyor)", "Şahane, eğleniyoruz, süper anlaşıyoruz" "(sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir)"
O bir görüntü aldatmacası, illizyon şekerim. Yine de izlemesi keyifli, şaşırmak güzel. Çocukken sihirbazları izlediğimizde tavşanın şapkanın içinden gerçekten o anda çıktığına inanırdık. Sonra öğrendik ki, şapkanın içinde bir bölme varmış, üzüldük. Çabuk atlattık ama hayal kırıklığını. Biraz büyüdüğünde, biletine para sayıp, yanılsama olduğunu bile bile oturuyorsun koltuğa. O illüzyonu izlemeye yine de her koşulda değer.
Hele bir otuzumu geçeyim, daha şarkının;

hep sonradan gelir aklım başıma hep sonradan sonradan
hep sonradan gelir aklım başıma hep sonradan
Kısımlarına da geçeceğiz. Üst düzey bir yetkiliden aldığımız bir habere göre, bu kısımın vicdan ağrısını anlatmak öyle kolay olmuyormuş. Onun için blog kurtarmaz, uzun bir yazı dizisi hazırlar, aramızda beş-on toplar 'Hep sonradan gelir aklım başıma' kısmının kitabını basarız. Filme de çekilir, daha sonra DVD'sini çıkarır, tüm yetkili eczanelere dağıtımını yaparız. Ama daha o üniteye neyse ki geçmedik öğretmenim, birinci ünitemiz henüz bitmedi.

7 yorum:

  1. Bu şarkının utanması çekinmesi yok. Aniden küt diye geçirdi bana da, ülkemden bilmem kaç kilometre uzakta, 20 yaşımda. Aradan çok yıl geçti ancak tekrarının gerçekten olmayacağına olan inancımı hiç yitirmedim.
    Belki de çok kirlendim.

    Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. çok teşekkür ederim Doğukan:)

    YanıtlaSil