21 Nisan 2015 Salı

Gebelik Günlüklerim (8-9-10-11. hafta)

Hamileliğimin 11. haftasındayım. Bugün kontrol var. 5., 6. ve 7. haftalardaki gibi mide bulantılarım yok :) Hiç aşermedim ve tatlıyı hiç sevmezken tatlı şeyleri daha çok sevmeye başladım.

Mide bulantılarımın geçmesinin sebebi bence doğru beslenmeyi öğrenmiş olmam. İlk hafta ceviz-badem-balık-süt yararlıdır diye çok yüklendim ve bu değişikliğe vücut alışık olmadığı için bence bu yüzden oldu mide bulantılarım. Çok bilmiş bilmiş konuşmak istemem ama az az ve sık sık yemek bu işin sırrı. Bir de mide bulantısı oluşturan yiyecekler için kendini zorlamamak da iyi geliyor. Bebek nasılsa ilk üç ayda anneden besleniyor. Çok aşırı zaafiyetten ölmüyorsan bebek için endişelenmeye gerek yok çünkü bebeğin ihtiyacı olan ceviz miktarı günde sadece iki adet. Omega 3 taş çatlasa 2 gr falandır. Yiyemiyorsan zorlamanın ilk trimestr'de hiç alemi yokmuş.


İçimde bir varlığın büyüyor olması benim zaten gelişmiş olan bir yeteneğimi daha da geliştirdi: empati. Kendimi beğenmiş gibi olmayayım ama gerçekten empati konusunda iyiyimdir. Ama şimdi bir insanı gördüğümde 'o da annesinin yavrusuymuş' diye bakıyorum. 'Annesi onu ne zorluklarla karnında taşımış, büyütmüş' diye bakıyorum. Babaannem hastalandı. Ona yetim bir kız çocuğu gibi baktım. Annesi onu ne özenle büyütmüş ve şimdi ona bakacak kimsesi kalmamış, yetim kalmış olarak düşündüm. Böyle olunca da çok fazla duygusal oluyorsun. İyi ki normalde birazcık daha katıymışız, yoksa gerçekten yaşanmaz böyle. Sürekli ağlayarak, empati kurarak yaşanmıyor.

Bebeğimi birkaç kere gördüm. Şimdilik karnım çıkmadığı, bebeğin hareketlerini hissedemediğim için bebeğin bir hayal dünyasında olduğunu sanıyorum. Bir tek ekranda görünce sanki hep ekranda yaşıyor hissine kapılıyorum.

Bebeğimi hep gülerken hayal ediyorum.

Onu ilk güldüreceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum.


6 Nisan 2015 Pazartesi

9. Hafta

O kadar çok hevesliyim ki, hamile olduğumu öğrendiğim ikinci günü hemencik hamile kıyafeti giydim, saçıma da kırmızı kurdele bağladım, işe öyle gittim. Hamile elbisesi derken de giydiğinde 'aaa hamile misin' diye sordukları bir elbisem vardı, o. Çünkü istiyorum ki herkes yine sorsun ve ben 'Evet hamileyim' diye cevap verebileyim:)

Mide bulantılarım fenaydı. Çok şükür geçti şimdilik. Mide bulantılarının en kötü tarafı ne yesen dışarıya çıkması ve senin kendini bebeğe karşı suçlu hissetmen. Acaba besleniyor mudur? Balık, ceviz, süt yemem lazım bol bol, ama adını dahi duymaya tahammülüm yok. Neyse, atlattık sayılır. Aslında mide bulantıları 4 aya kadar sürüyormuş diyorlar ama benimki iki hafta falan sürdü. Belki psikolojik, belki kısa süreli bir şeydi, bilemiyorum. Neyse ki bitti.

Her haftaya 'En zoru 5. haftaymış, yok yok en zoru 6. haftaymış' diye başladım.

Ama en kolayı da maaşallah 8. ve 9. haftalarmış:)

Şimdi 9. haftadayım. Her şey çok güzel.

Çok güzel bir rüya gördüm.

Benim uyuduğum oda kayalıklara, erik ağacına bakıyor. Hatta uzatsam elimi erikleri koparabiliyorum:) Oranın kornişinden içeri iki güvercin yuva yapmış. Ben uyurken içeri giriyorlar.
Çok güzeldi güvercinler.


26 Mart 2015 Perşembe

Ta taaa! Bugün 6 hafta + 3 günlük hamileyim. Ben anne oluyorum. 
Her kafadan yüzlerce ses. Zaten hamilelikle ilgili en ufak bir belirti yaşamadım. Sadece oturup kalkarken başım döndü birazcık, o kadar. Onu da yaşlılık diye yorumladım açıkçası. 

İlk öğrendiğim ana gidelim. Bu çocuğu istiyoruz.  Laboratuvara kan bıraktım. Onların da aksine toplantıları varmış, bir saatte çıkacak sonuç 3 saat sonra çıktı. Ben çoktan minibüse binmiş, eve dönüyordum. Telefon geldi. Sonuç pozitif. 
Ben asla sır saklamayan bir insanım. Hatta arkadaşlarıma falan bana sırrınızı vermeyin, ben mutlaka gidip çok alakasız biriyle paylaşırım yine paylaşırım dedim. Hele hele çok önemli sırları asla saklayamam. Elbette bilmemesi gereken insanlara söylemem ama onu hiç tanımayan birilerine anlatabilirim. Böyle meşrebim. Yoldan hiç tanımadığım bir adamı çevirip anlatırım, yine anlatırım. 

Neyse, kendi kendime söz verdim, sır saklayacağım. İlk 3 ay kimse duymasın. Hem zaten sabırsız bir insanım. 9 ay geçmek bilmez, bari 6 ay millet sorar 'Doğum ne zaman, ne kadar kaldı?' diye. 

Minibüste haberi aldım. Minibüs iş arkadaşlarımla dolu. Şöyle söyleyeyim, minibüsten inerken şoför bile tebrik etti. 


Murat'ın yanına koştum. Müjdeyi vermeye. O da şoka girdi, çok komikti.

Ailelere, arkadaşlara, ulaşabildiğim herkese haber verdim. 

"Utanılacak bir şey değil, neden saklayayım" dedim. 

Yok kötü enerji dolarmış, millet kıskanırmış, nazar ederlermiş. Çok inanmıyorum böyle şeylere. Pozitif enerji gönderecek daha çok dostum var benim, biliyorum. 

Sonuçta hiç aklımdan böyle bir ihtimal geçmiyor ama düşük olsa bile bu ayıp bir şey değil. Elbette katlanması çok zordur, ama bir şeyin henüz başındayken neden en kötüsü aklıma gelsin ki? İhtiyatlı insanlara saygım sonsuz, lakin ben de böyle bir insan değilim. 


Gebelik kesesi görüldü, kalbi geçen hafta henüz atmıyordu. 

Bende epey bir değişiklik oldu. Komik değişiklikler ama. Hamile olduğumu öğrendiğim ilk on beş dakika başım döndü, midem bulandı, aşerdim, tiksindim falan konsantre bir gebelik dönemi geçirdim. Hızlı, teknolocik. Vay anasını dedirten cinsten. Elbette hepsi psikolojikti:)

Henüz hiçbir sıkıntım yok. 

Bebeğimle konuşmaya da başladım. 

Annemi falan daha iyi anlıyorum. 

Ben oldum galiba?


21 Eylül 2013 Cumartesi

Üçlü prizde hak ihlal eden şerefsiz adaptör










Ben hayatımda on santimetrelik bir üçlü priz karşısında bu denli çaresiz kalmadım, kendimi hiç bu kadar güçsüz hissetmedim. Marx' ın kuramındaki fırsat eşitsizliği konusu işlenirken atlanmış müthiş bir boşluktur adaptörün üçlü prize uyumu. Yanına konulacak fişlerin seçimi ise tümüyle sancılı bir süreç. 


Adaptörü ortaya geçirecek oluyorsun iki yanı iptal oluyor, köşelerden bir tanesine takıyorsun ortayı kullanamıyorsun. İki fişlik yer kaplıyor ağzını burnunu kırdığımın. 

Adaptörcüğüm, hayatım, senin olduğun bir üçlü priz kombinasyonuna CHP acilen yeni bir formül geliştirsin. Hatta Onur Öymen bu ihlâli de tanımasın, sonucunda istifa etsin. 
Bu konuyu bile güncel-siyasi bir konuya bağladığım için Levent Kırca' dan da özür dilerim.

22 Ocak 2013 Salı

Evlilik Günlükleri

Yemin ediyorum çarpılacağım.

Bilen bilir, önceden evlilik hakkında pek de sevimli şeyler düşünmüyordum. Zamanında şunu ve şunun ayarında bir sürü şey yazmıştım:

TOPLUMUN KANAYAN YARASI HADİ ARTIK EVLEN BASKISI

vay arkadaş.
sosyolog, psikanalistçi, astrofizyolog falan olsam, bu konunun üzerine giderdim. hayır döndüm dolaştım türkiye’ de bütün kamu hizmeti/özel sektör/sivil toplum kuruluşu bünyesi çalışanların buluştukları nokta bu. dairede bulunan bekar personel üzerinden espri yapıp prim yapmaya çalışmak. bununla eğleniyorlar.
-aa simit almış, bir evli olsaydın şimdiye çoktan kalkmış kocana kahvaltı hazırlamış olurdun. ee hadi artık evlen.
-yaşlandın, senin yaşındakiler evlendi çocuk çocuğa karıştı sen hala bekarsın hadi artık evlen?
-senin yaşındakiler ikinci çocuğunu kucağına aldı, senin kucağında hala laptop. hadi artık evlen.
-aaa ne davetiyesi o, düğün davetiyen mi, bırak artık şu tiyatroyu sinemayı, goygoyu. hadi artık evlen.
bekar arkadaştaki normal sınırlar dahilinde kabul edilen sakarlığı, moral bozukluğunu, sevinçli olma halini, genel mutsuzluk halini kısaca her durumu bekarlığa bağlamaları, evlenince geçecek olmasına bağlamaları beni çok üzüyor. demet akalın hamfendinin de işaret ettiği gibi toplumun kanayan yarasıdır ki kendisinin “evli, mutlu, çocuklu” şarkısıyla da bu dertten yakındığını anlayabiliyoruz.

gel gel gelsene de beni öpsene, bence evlenmeliyiz hem de bu sene. hebelebelübe belübelebelü, hebelebebülebülebüle

Malumunuz, evlendim. Sen misin zamanında arkadaş toplantılarında, anne-baba-hala-teyze taleplerini püskürtürken, facebook'ta paragraf paragraf 'yeea evlilik kurumuna inanmıyorum, düğün yapmak çok saçma, gelinlik mi, hayatta giymemler, yok efendim ilişkimi illa ki devlet mi onaylayacakmış ' diye iri iri laflar eden? Vallaha öyle sükseli evlendim ki, nikahı da sayarsak toplam beş adet organizasyon içinde buldum kendimi. Bakunin reis beni ocak dışı etti, hissediyorum. İtiraf ediyorum, evliliğe karşıydım da aşık olmayı yürekten istiyordum. Neredeyse bütün kamu kurumlarında karşıma çıkan her dilek-istek kutusuna 'Allahım n'olur aşık olayım, tensiplerinize arz ederim' diye dilekçeler bırakıyordum.
O dilekçeler hayırlısıyla kabul olmuş. Resmi nikah, dede nikahı, iki düğün, bir kına, bir eğlence düzenledik. Her genç kız gibi google'a 'gelinlik' 'değişik gelinlik' 'çok tatlı gelinlik' vs yazıp yazıp saatlerce arattım. Google'un 'görsellerde bak' düğmesini bizzat ben aşındırdım. Aramayın artık, geldim, benim!
Gelinlik provalarını, düğünleri, hazırlıkları anlatmak bile istemiyorum, gerçekten çok yorucu ve çok sıkıcıydı. Düğünlerde herkesi bize gülümseyerek bakar halde hatırlıyorum, bu gerçekten bütün yorgunluğumu aldı. Düğün boyunca votka-vişne suyu içtim bol bol, evlilik müessesine memnun ve çakır keyf girmek de böylece muhteşem oldu. Düğünde en çok oynayan ve eğlenen de bizdik galiba, bu kısmını da gülümseyerek hatırlayacağım.
Şimdi size konudan sapmış, dersin kaynadığının farkına varmış ortaokul Sosyal Bilgiler öğretmeni tonlamasında, hepinizin kıyıda-köşede yakaladığında sorduğu şu sorunun cevabını yazacağım: Evlilik nasıl gidiyor?
Sevgilimle eve çıktım, nasıl gidebilir ki? Elbette ki muhteşem. Bir kere önce toplumun kanayan yarası 'e hadi artık evlen' baskısından kurtulduğum için bunu görkemli bir törenle İngiliz Kraliyet köşkünde kutladım. Öyle abarttım ki, evlendiğimi bilmeyen ve daha önce 'Ne zaman evleniyorsun' diye suallerle beni boğan tanıdıklara 'Neden sormuyorsun, neden psikolojik baskı uygulamıyorsun, hadi sorsana ya, çekinme, sorsana kurbanların olayım 'Evlilik ne zaman' diye sorsana' diyorum. Şahıs müthiş bir korku ifadesiyse çekine çekine 'Eee evlenmiyor musun' diye soruyor ve coşkuyla, halaylar çekerek 'Evlendim, dünya evine girdim' diyorum. Sonra arkadaş koşarak uzaklaşıyor yanımdan ama olsun, bilsin yani, yazıktır.
Cennet ile cehennem kendi ellerimizde, bunu hep biliyordum. Tatmadığımız ne mutluluklar varmış, bilmiyordum. Buradan anneme seslenmek istiyorum, ne zaman ona kaybolan bir eşyamı sorsam 'Nereye koyduysan ordadır' diyordu ve ne zaman el atsam onları koyduğum yerde bulamıyordum. Şimdi öyle mi? Kendi düzenimizi kendimiz yarattık. Eşyalar evet bizim istediğimiz, bizim son bıraktığımız yerlerde duruyorlar ve inanır mısın anne hiçbiri kaybolmuyor. Çünkü sen onları o şekilleriyle düzensiz bulurdun ve kendi evinde, kendi düzenine göre yerleştirirdin. Artık oturma odam da, kurtarılmış odam da, mutfağım da, yatak odam da, salonum da çok aşık olunası biriyle birlikte ortak kullanımımda. Onun gündelik hayatına tanık olmak çok zevkli. Alışkanlıklarını yavaş yavaş tanımak, kullandığı havluya yüzümü sürmek, uyuyakaldığında kitabını bıraktığı yere ayraç koyup başucuna bırakmak, rakısını nasıl içtiğini ezberlemek, zap yaparken hangi programın onun ilgisini çektiğini yavaş yavaş bilmeye başlamak, işe giderken hangi kravatını seçeceğini tahmin etmek gerçekten muhteşem hissettiriyor. Telefonuna cevap verdiğinde ses tonundan kiminle konuştuğunu bile artık yavaş yavaş bilmeye başladım. Aşık olduğun adamın hayatının içine yavaş yavaş girdiğini, rutinlerinden biri olduğunu görmek, yeni bir hayatı öğrenmek insana verilmiş bir hediyeymiş. Prosedürlere, nikah cüzdanlarına karşıydım ama öyle bir adam çıkıyor ki karşına, tüm prosedürler gözünde küçülüyor, anlamsızlaşıyor. Hayat; anlamsız bulduğun, anlamadığım ayrıntılarla dolu, bunları anlamlandıracak katman ise aşk. Aşk, bir şans meselesidir, bu şansa mazhar olduğum için yeryüzündeki tüm manevi güçlere minnettarım.
Ellerime kına yakılırken bana 'Şans getirir, dua et' demişlerdi. Ben gelinliğimi giydiğimde de, ellerime kına yakılırken de hep 'Bütün genç kızlar benim gibi mutlu olsun' diye dua ettim. Evlilik; hayatında biri yokken, küçükken akıllara sokulmak istendiği gibi, karar verilecek, düşünülecek, 'Ben evlenmeyeceğim' diye ahkam kesilecek bir karar değil, sonuçmuş. İki kişi birbirini gerçekten sevip, aşık olunca bir arada yaşamak için ne gerekiyorsa yapıyormuş. Hayat güzelmiş, kuşlar uçarmış, falan, filan.

27 Kasım 2012 Salı

Sağlıkçıya şiddet uygulayanlar CEHAPE döneminde ülkemize zorla getirildi

Sağlık Bakanlığı sağlıkta şiddete uğrayan personel için bir çözüm üretti: 113 Acil Şiddet Hattı. Bu haberi bütün hastanelerde eş zamanlı gösterilen sinevizyon görüntüleri eşliğinde sevinçle karşıladık. Adeta sevinçten çıldırdık. Artık acil servislerde şiddet görmeyeceğiz. Adımız gibi biliyorduk, tıpkı kadına yönelik şiddeti '7/24 Alo Şiddet Hattı' ile bitirdikleri gibi buna da sıra gelecekti. Yuppiii. 

Ciddi ciddi meramımı anlatmaya başlayayım ufaktan madem. Şiddete meyyali aşktan olmayan, konuşurken ağzından köpükler çıkaran, yumruğunu sıkıp, dişlerinin arasından konuşan bir kocanın en çok ihtiyacını duyduğu cümleleri de Başbakan sağ olsun, sırtını bir güzel sıvazlayarak söylüyor: 'Kadın ile erkeğin eşit olması mümkün değildir, olamaz" Seçim videolarını hatırlayın. 'Sağlıkta Reform' 'Sağlıkta Dönüşüm' methiyeleri düzülüyordu. Artık istediğimiz eczaneden ilaçlarımızı alabiliyorduk, yaşasındı. Hastaneler birleşmişti. Hobareey. Özel hastaneler Sosyal Güvenlik Kuruluşlarıyla anlaşmalar imzalıyorlardı. İşte bu. 

Sonra önceden hekimlere, sağlık personeline derin saygı duyan halk, yine Başbakan'ın ağzından dökülen şu cümleye kulak verdi: 'Kusura bakmayın ama, artık Doktor efendi dönemi bitmiştir' 'Halkın sizden çektiği yeter, bunca yıl yediniz yediniz, kusura bakmayın, o dönem bitti'

Bir Acil nöbetinde yaşadığım heyecanı hiçbir aksiyon filminden almıyorum ben. Göğüs göğüse savaş tekniklerini, gözümden ışık çıkarmayı falan ister oldum. Acil Servis'te hemen her nöbette 'Başbakan Acil'de para alınmayacak diyor, sen benden neyin parasını istiyorsun' sebebiyle bir olay çıkar. Halbuki önceden parasız olan, 'hak' olarak görülen sağlık hizmetleri, artık ücretli hale getirildi. Bunun tahsildarlık görevini de eczanelere taksim etti ki, para eczaneden alınıyor algısı oluşsun. Her muayenede deste deste katılıyorsunuz ülkenin sosyal güvenlik sistemine. Yani ben hayırsever bir zengin olsam, devlete bağış yapmak için bir kere Acil Servis'e uğrardım. Muayeneden, ilaçtan devletin kestiği katkı payı sosyal güvenlik kurumuna gidiyor nasılsa. Ne güzel. Ne gerek var tek tek o kurumlara gidip bağış yapmaya? Nasılsa devlet benden bir muayene hizmeti vermesi karşılığında milli servete yeterince payını alıyor? 

Maalesef ki, lanet olsun ki, acil servis ölüm vakaların en sık yaşandığı birim. Hasta yakını, hasta ameliyatta ölürse 'kurtarılamadı' der, Acil'e zaten ex olarak getirilmiş ise 'Doktorbakmadı da öldürdü' der. Bunu aslında çok da yadırgamıyorum. Yıllar boyunca işini iyi yapan hekimler olduğu gibi işini kötü yapan hekimler de oldu. Ki ölüm bu, ötesi yok. O ruh haliyle insan her şeyi düşünebilir. Çünkü insan başına gelen her türlü olumsuzluktan ilk önce başkalarını sorumlu tutar. Ama bizim kültürümüzde yasal yollarla değil, orman kanunlarıyla hukuk işliyor.  

Son yıllarda bu meseleyi korkutucu kılan hasta yakınlarının parmaklarını sallayarak 'Siz görün, sizi Başbakan'ıma şikayet edeceğim (hele hele), sürdüreceğim hepinizi buradan' diye tehditler savurması. Satırlarla, bıçaklarla, hastaneleri basması, asla karşı karşıya getirilmemesi gereken sağlık personeli ile hastayı karşı karşıya getirmiş olmasıdır. 

Ha bir müjde daha. Bakanlık şiddetin önüne geçmek amacıyla Acil Güvenlik Görevlilerine artık silah kullanma hakkı tanınıyormuş. Oh be, yüreğime su serpildi. Kim düşündüyse yüreğine sağlık. Ortalık polislerin lüzumlu-lüzumsuz ateş açmalarından kaynaklanan ölümler, geçtim polisi, düğünlerde, galibiyetlerde havaya açılan serseri kurşunlardan pisi pisine ölenlerin haberlerinden geçilmiyormuş gibi, bir de hastane kapısı önünde işlenen taksici cinayetleri gibi güvenlik görevlisi, sağlıkçı cinayetleri eklensin manşetlerimize. 

Düşünün ajite, saldırgan, yakınını kalp krizi nedeniyle kaybetmiş bir hasta yakını. Acil serviste elinde bıçakla güvenlik görevlisinin üzerine yürüyor. O güvenlik görevlisi bir kere yapmaz, iki kere yapmaz ama, eli beline mutlaka gider. Gider çünkü bizim millet olarak şurubumuz bu. Ruh hali olarak epey potansiyelimiz var  katil olmaya. 'Kaşının üzerinde gözün var, Kimsenin tavuğuna 'kışşt' demedim' mazeretleriyle masumluğunu ıspatlama geleneğinden geliyor, üzerine bıçakla gelen adama mı nefsini müdafaa etmekten geri duracak. Hem bu güvenlik görevlisinin koşullarını da göz önünde bulundurmak gerek. Tüm diğer güvenlik görevlileri gibi taşeron şirketi üzerinden hastanede asgari ücret karşılığında çalışan, ev geçindirmeye, çocuk okutmaya yükümlü, yarı aç, yarı tok bir adam. Çalıştığı birim az buz değil. Dünya Sağlık Örgütünce ve Çalışma Bakanlığınca 'Riskli Birim' kategorisinde sayıldığı için olduğu için ilave tazminat ödenmesi gereken bir yerde çalışıyor. Düşünün o devlet Tuzla Tersaneleri bile o kategoriye sokamamış. O adam, o gece nöbette olan asker dahil,  ölüme  hepimizden bir adım daha yakın duran adam o. 


Sağlık Bakanlığının çözümü harika olmuş ama. Diyor ki, 'Canımın içisi personelim, asma yüzünü öyle, bak bakayiim bana? Aaa, hemen eylem meylem söylenmeye başladın, kalbimi kırıyorsun ama. Tribine kurbanlar olurum senin, küser miymiş bana? Bak sana ne sürprizim vaaaaaaaar: Bundan sonra biri senin üzerine bıçakla gelip, tartaklar, senin saçını çeker, eteğini kaldırır vs yaralamaya kalkarsa hemen 'Alo Şiddet Hattı' nı ara. Çünkü hastane polisinin, silahlı güvenlik görevlinin durduramadığı adamı bu mucizevi Alo Şiddet Hattı durduracak. 1 değil, 2 değil hem de 3 kere durduracak (Bal Deresi sponsorluğunda) Bence uzatıyorsun ama. Hadi ver bir yanak da barışalım?

O değil de, hepimizin beline o tür acil durumlar için bir pet şişe taksalar daha etkili bir silah olurdu zannediyorum. En azından seri bir hareketle suyu ağzımıza dikeriz ve 'Bilmiyor musunuz, su içerken yılan bile dokunmaz' derdik. Ekmek mushaf çarpsın ki bu, diğerinden çok daha mantıklı bir çözüm. 


Ama şimdi Başbakan'a;

-Türkiye'de sağlıkta şiddet geçen yıla oranla yüzde 193 arttı, ne diyorsunuz bu duruma?

desek, söyleyeceği:

'BİZİM ECDADIMIZDA SAĞLIKÇIYA ŞİDDET YOK. SAĞLIKÇIYA ŞİDDET UYGULAYANLAR CEHAPE DÖNEMİNDE ÜLKEMİZE ZORLA GETİRİLDİ.

Demeyecek mi? Ölümü öp, ayyyynen bunu söylemeyecek mi?